Bültenimize Kaydol

Kadının Beyanı Esastır İlkesi: Hukuki Temeller, Uygulama ve Tartışmalar

8 Mart Dünya Kadınlar Günü İçin Özel Yazı

Kadın cinayetleri, Türkiye’de uzun yıllardır toplumsal bir yara olarak varlığını sürdüren bir durumdur.  2024 yılında kadın cinayetleri, son yılların en yüksek seviyesine ulaşmış ve bu durum hukuki, sosyal ve siyasi boyutlarıyla tartışılmaya devam etmiştir. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, 2024 yılında en az 394 kadın erkekler tarafından öldürülmüş ve 259 kadın şüpheli şekilde ölü bulunmuştur. Bu rakamlar, 2010’dan bu yana en yüksek seviyeye ulaşmıştır.

Kadın cinayetlerinin artmasının altında yatan sebeplerden biri, hukuki düzenlemelerin yetersizliği ve mevcut yasaların etkin bir şekilde uygulanmamasıdır. Özellikle İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, 6284 sayılı kanunun uygulanmasındaki eksiklikler ve faillerin cezasız kalması gibi unsurlar, kadınların korunmasını zorlaştırmaktadır. Mevcut hukuk sistemi, birçok davada iyi hal ve tahrik indirimi uygulayarak faillerin cezalarının düşmesine neden olmaktadır. Bu da, kadın cinayetlerinin önlenmesini değil, aksine suçluların cesaretlenmesini sağlayan bir sistemin varlığına işaret etmektedir.

“Kadının beyanı esastır” ilkesi, özellikle cinsel saldırı ve cinsel taciz gibi suçlarda mağdurların adalete erişimini kolaylaştırmayı ve faillerin cezasız kalmasını engellemeyi amaçlayan önemli bir hukuk normudur. Bu ilke, cinsel suçların çoğunlukla tanıksız ve delilsiz şekilde işlenmesi nedeniyle yargı sisteminin faillerin bu boşluktan yararlanarak cezasız kalmalarını önlemeye yönelik bir çözüm olarak benimsenmiştir. Ancak, bu ilke günümüzde sıkça tartışmalara konu olmaktadır. Bu yazıda, kadının beyanı esastır ilkesinin hukuki dayanaklarını, Yargıtay kararları ışığında uygulamasını ve masumiyet karinesi ile ilişkisini detaylı bir şekilde ele alacağız.

1. Kadının Beyanı Esastır İlkesi Nedir?

“Kadının beyanı esastır” ilkesi, hukuki olarak kadınlara yönelik cinsel suçlar ve benzeri vakalarda, mağdurun tanıksız veya delilsiz beyanının soruşturma ve kovuşturma süreçlerinde esas alınmasını ifade eder. Bu ilke, özellikle cinsel saldırı ve cinsel taciz gibi suçlarda mağdur ile fail arasında çoğunlukla tanık ve somut delil bulunmaması nedeniyle önem taşır. İlkenin temel amacı, mağdurların adalete erişimini sağlamak ve faillerin delil yetersizliği nedeniyle cezasız kalmasının önüne geçmektir.                                   

Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 2003/4048 E. ve 2004/2528 K. sayılı kararında, “suç kanıtı aramanın birçok olayın cezasız kalması gibi istenmeyen bir sonuca yol açacağı” belirtilerek, mağdurun beyanının esas alınması gerektiği vurgulanmıştır. Bu kararda, mağdurun başkasına zarar vermek için kendisine zarar vermesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu ifade edilmiştir. Bu nedenle, kadının beyanı, başlangıç delili olarak kabul edilmekte ve etkin soruşturmanın başlatılmasında yeterli sayılmaktadır.                                              

2. Hukuki Dayanaklar: İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Kanun                        

  • İstanbul Sözleşmesi: 2011’de Türkiye’nin imzaladığı ve 2021’de çekildiği İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet vakalarında mağdurun beyanının dikkate alınmasını zorunlu kılar. Madde 30‘da, koruyucu tedbir kararlarının verilmesinde delil veya belge aranmaksızın mağdurun beyanının yeterli olduğu belirtilmiştir. Bu hüküm, şiddet tehdidi altındaki kadınların hızlı bir şekilde korunmasına olanak tanır.
                                                                          
  • 6284 Sayılı Kanun: Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, mağdurun beyanını esas alarak tedbir kararlarının geciktirilmeksizin alınmasını sağlar. Bu kanun çerçevesinde, şiddet mağduru kadınlar, tedbir için aile mahkemesine veya savcılık veya kolluk birimlerine delil olmadan talepte bulunabilir. Tedbir kararı verilmesi için de delil aranmaz. Aynı iddialarla ilgili olarak soruşturma açılmasını da talep edebilir. Talep olmasa veya şikayet olmasa da bazı suçlar için savcı doğrudan soruşturma yapabilir, önemli olan suçun niteliğidir. Bu ilke Yargıtay’ın çok eski bir içtihatıdır ve der ki: “Bir kadın ya da çocuk kendi şerefini ve namusunu da ortaya koyarak, kendisine cinsel istismarda bulunulduğuna dair bir iddiada bulunmaz. O nedenle somut olayın özelliklerine göre değerlendirme yapılır.”

3. Yargıtay Kararları Işığında Kadının Beyanı Esastır İlkesi

Yargıtay, mağdurun beyanının delil değeri taşıması için bazı kriterler belirlemiştir:                                          

  • Hayatın Olağan Akışına Uygunluk: Yargıtay’a göre mağdurun olayı anlatım biçimi ve hikayesi, hayatın olağan akışına uygun olmalıdır. Mağdurun beyanı tüm aşamalarda birbiriyle uyum göstermeli, samimi, ısrarlı ve herhangi bir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde açık olmalıdır. Yargıtay içtihatlarına göre çelişkiler içeren, hayatın olağan akışına açıkça aykırı olan, aşamalarda değişen mağdur beyanlarına itibar edilemez. Mağdurenin aşamalarda değişen ve birbiriyle çelişen anlatımları, mağdure beyanının delil değerini ortadan kaldırır.
                                                                          
  • Tutarlılık ve İstikrar: Mağdur beyanı teknik bazı delillerle, örneğin doktor raporuyla çelişmemelidir. Tıp biliminin veya diğer bilim dallarının verileriyle açıkça çelişen mağdur beyanı mahkumiyet hükmüne esas alınamaz.
                                                                          
  • Husumet Olmaması: Fail ile mağdur birbirini tanıyorsa, aralarında olaydan önceye dayalı husumet bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Mağdur ile fail arasında önceye dair husumet varsa mağdurun cinsel taciz, cinsel saldırı veya cinsel istismara maruz kaldığına ilişkin beyanı Yargıtay tarafından ispat için yeterli görülmemektedir. Ancak, taraflar arasında önceye dayalı husumet yoksa mağdurun beyanına itibar etmek gerekir. Yargıtay uygulamasına göre husumet; karşılıklı söz, tutum veya davranışlarla meydana gelebilir. Yargıtaya göre, husumetin kaynağı her türlü insan ilişkisi olabilir. Anlaşmazlık, gerginlik, sürtüşme içeren her türlü fiil, fiziki temas veya yakınlık olmasa bile husumet nedeni olarak kabul edilebilmektedir. Özellikle, geçmişte yaşanan ve çözülememiş bir sorun olarak devam eden olaylar bir husumet nedeni olarak kabul edilmektedir.
                                                                                     
  • Derhal Beyan (Şikayetçi mağdurun şikayetini dile getirme süresi):Yargıtay, şikayetçinin makul bir zaman dilimi içerisinde şikayet hakkını kullanması gerektiğini ifade etmektedir. Şikayet için makul süre olaydan olaya değişiklik arz edebilecektir.

  •  Yargıtay 14. Ceza Dairesi’nin 2015/8542 E., 2019/11684 K. sayılı kararında, mağdurun çelişkili beyanları nedeniyle beraat kararı verilmiş; Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2013/14.MD-97 E., 2013/331 K. sayılı kararında ise mağdurun tutarlı beyanları esas alınarak mahkumiyet hükmü kurulmuştur. Bu kararlar, mağdur beyanının delil olarak kabul edilmesinde tutarlılık ve güvenilirlik kriterlerinin önemini ortaya koymaktadır.                                                                                

4. Kadının Beyanı Esastır İlkesi ve Masumiyet Karinesi


 Masumiyet karinesi
, Anayasa’nın 38. maddesi ve AİHS 6. madde kapsamında herkesin suçluluğu ispatlanana kadar masum kabul edilmesini öngörür. “Kadının beyanı esastır” ilkesi ile masumiyet karinesi arasında bir çelişki olup olmadığı sıklıkla tartışılmaktadır.
                                                                                  
Aslında bu iki ilke birbirini tamamlar niteliktedir. Kadının beyanı, sadece soruşturma başlatmak ve korunma tedbirleri almak için başlangıç delili niteliğindedir. Mahkumiyet kararı için ise bu beyanın tutarlı olması ve diğer delillerle desteklenmesi gerekir. Yargıtay’ın içtihatlarında da görüldüğü gibi, sanığın savunma hakkı ve masumiyet karinesi ihlal edilmeden mağdurun beyanı dikkate alınmaktadır.

Şüpheden sanık yararlanır ilkesinin uygulanması: Ceza muhakemesi hukukuna göre, yargıç karar aşamasına hükmünü kesin bir yargıya dayandırmalıdır. Mahkeme hükmü olasılıklar üzerine bina edilemez. İspatın tam olmadığı hallerde “şüpheden sanık yararlanır ilkesi geçerlidir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na göre, “şüpheden sanık yararlanır” kuralı uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır. Gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkumiyeti, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı göz ardı edilerek ulaşılan olası kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü bir olay oluşuna olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına gelir. O halde ceza yargılamasında mahkûmiyet, büyük veya küçük bir olasılığa değil, her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmalıdır. Adli hataların önüne geçilebilmesinin başka bir yolu da bulunmamaktadır

5. Uluslararası Uygulamalar ve Karşılaştırmalar

ABD ve birçok Avrupa ülkesinde, cinsel suçlarda mağdurun beyanı delil olarak kabul edilmekte ve etkin soruşturma yapılmaktadır.                                   

  • ABD: ABD’de birçok eyalet, mağdurun beyanını esas alarak faillerin yargılanmasını kolaylaştıran yasal düzenlemelere sahiptir. Amerika’daki Federal Rules of Evidence (FRE) uyarınca, mağdurun beyanı özellikle cinsel saldırı ve aile içi şiddet suçlarında önemli bir delil olarak kabul edilir. Ayrıca Violence Against Women Act (VAWA) 1994 yılında kabul edilmiştir ve bu federal yasa, cinsel saldırı ve aile içi şiddet mağdurlarına yönelik koruma tedbirleri ve destek hizmetleri sağlamaktadır. VAWA, mağdurun beyanını esas alarak hızlı koruma kararları verilmesini mümkün kılar. (detaylı bilgi için bkz. Crawford v. Washington (2004) davasında mağdurun beyanının delil olarak kabul edilmesi için sanığın çapraz sorgulama hakkının korunması gerektiğini belirtilmiştir. Michigan v. Bryant (2011) davasında ise acil durumlarda mağdurun beyanının delil olarak kabul edilmesini onaylamıştır.)
                                                                          
  • Avrupa: Avrupa’da “kadının beyanı esastır” ilkesi, özellikle cinsel saldırı ve aile içi şiddet vakalarında mağdurun beyanının delil olarak kabul edilmesine yönelik çeşitli uygulamalarla kendini göstermektedir. İsveç, cinsel suçlarda mağdurun beyanını tek başına delil sayarken, 2018’de yürürlüğe giren Rıza Yasası ile mağdurun açık rızasının yokluğunu cinsel saldırı olarak kabul etmektedir. Almanya’da ise mağdurun beyanının delil değeri taşıması için tutarlılık ve çelişkisizlik aranmakta; 2012 ve 2020 yıllarında verilen Federal Yüksek Mahkeme kararları bu yaklaşımı desteklemektedir. Fransa’da cinsel suç davalarında mağdurun beyanı başlangıç delili olarak kabul edilmekte ve 2016’daki bir davada fiziksel delil olmaksızın sanığın mahkûm edilmesi bunun somut bir örneğidir. İspanya’da 2004 tarihli Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Yasası, mağdurun beyanını koruma tedbirleri için yeterli görürken, ünlü La Manada davasında mağdurun ifadesi esas alınarak sanıklara ceza verilmiştir. Birleşik Krallık’ta da Sexual Offences Act (2003) mağdurun beyanını delil olarak kabul ederken, R v. A (2001) kararı, sanığın geçmiş cinsel yaşamının delil olamayacağını vurgulamıştır. Norveç ve Hollanda gibi ülkelerde de mağdurun tutarlı ve detaylı beyanları mahkumiyet için yeterli görülmekte; 2017 ve 2018 yıllarında görülen davalar bu yaklaşımı somutlaştırmaktadır. Avrupa genelinde mağdur odaklı bu yaklaşımlar, cinsel suç mağdurlarının adalete erişimini güçlendirirken, faillerin cezasız kalmasını önlemeyi amaçlamaktadır.

6. Eleştiriler ve Uygulamadaki Sorunlar

  • İstismar İddiaları: Bu ilkenin kötüye kullanılabileceği ve haksız yere suçlamalara yol açabileceği yönünde eleştiriler mevcuttur. Ancak istatistikler, sahte ihbar oranlarının oldukça düşük olduğunu göstermektedir.
                                                                          
  • Yetersiz Soruşturma: Mağdurun beyanına dayanarak açılan soruşturmalarda etkin delil toplama ve araştırma yapılmaması, faillerin beraat etmesine yol açabilmektedir.
                                                                                     
    Ceza muhakemesi hukukunda, cinsel suçların ispatı açısından da geçerli olan üç tür delil olduğu kabul edilmektedir:
                                                                                     
     Beyan delili: Sanık, tanık veya mağdur beyanı vs.
     Belge delili : Örneğin, sanığın yazdığı bir mektup.
     Belirti delili: Olay yerinde kan lekesi, dna örneği, telefon dinleme kayıtları, videolar vs.
                                                                                     
    Mahkeme, ceza dosyasında bulunan tüm delilleri “mağdurun beyanı” ile birlikte değerlendirecek, mağdur beyanın doğru olmadığı diğer delillerle ortaya konulduğunda artık mağdur beyanına üstünlük tanımayacaktır. Mahkeme her halükarda tüm delilleri vicdani delil sistemine göre serbestçe değerlendirecektir.
                                                                                     
    “Kadının beyanı esastır” ilkesi, toplumsal cinsiyet eşitliği ve mağdurların adalete erişimi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu ilkenin doğru anlaşılması ve uygulanması hem mağdurların korunması hem de sanıkların adil yargılanma hakkının ihlali riskini ortadan kaldıracaktır.
                                                                                                             

Kadın cinayetlerine karşı toplumsal farkındalık ve mücadele, hukuki boyutlarıyla dikkat çekmektedir. 25 Kasım 2024’te İstanbul’da düzenlenen Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü kapsamında gerçekleşen gösterilerde, bazı katılımcıların polis müdahalesi sonrasında gözaltına alınması, bu tür etkinliklerde uygulanacak hukuki prosedürlerin ve ifade özgürlüğüne ilişkin yasal çerçevenin değerlendirilmesini gündeme getirmiştir. Hukuki sistemdeki düzenlemelerin hem suçluların etkin şekilde cezalandırılması hem de bireylerin yasal haklarını kullanabilmesi açısından gözden geçirilmesi gerektiği tartışılmaktadır.

Kadın cinayetlerinin artış göstermesi, bireysel suçların ötesinde, toplumsal ve yapısal bir sorun olarak değerlendirilmektedir. Bu sorunun çözümü, sadece yasal düzenlemelerin varlığı ile sınırlı kalmamakta; aynı zamanda bu yasaların etkili bir şekilde uygulanması ve caydırıcı cezai yaptırımların sağlanması gerekmektedir. Kadın haklarını savunan kurumların taleplerinin dikkate alınması, mevcut hukuki düzenlemelerin gözden geçirilmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik adımların atılması bu bağlamda önem arz etmektedir.

Türkiye’de kadın cinayetlerinin önlenmesi için yalnızca yasal düzenlemeler yeterli değildir; bu yasaların tutarlı ve etkin biçimde uygulanması, faillerin cezasız kalmasının önüne geçilmesi ve mağdurların adalete erişiminin güçlendirilmesi gerekmektedir. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla, devletin daha kapsamlı ve aktif bir politika izlemesi, sivil toplum kuruluşlarıyla iş birliği yapması ve toplumsal farkındalığı artırmaya yönelik çalışmalar yürütmesi önem taşımaktadır.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle, kadınların adalete erişimini güçlendiren hukuki düzenlemelerin daha etkin uygulanmasının ve bu konuda toplumsal farkındalığın artırılmasının gerekliliği bir kez daha vurgulanmaktadır. Bu kapsamda, mevcut yasal çerçevenin geliştirilmesi ve uygulanmasında daha bütüncül ve etkin bir yaklaşım benimsenmelidir.

Kaydol
Her zaman güncel kalmak için e-posta listesine katılın.