Bültenimize Kaydol

Bugünün gözünden izlemek: The Rocky Horror Picture Show

2024’ün sonlarına yaklaşırken, önümüzdeki yılın dünya genelinde herkes için zorlu geçeceğini öngörebiliyorduk. Ancak ABD ve Türkiye’de yaşayan LGBTQ+ bireyler için bu durum çok daha ağır ve yıpratıcı bir hâl aldı. Ülkemizde “Aile Yılı” ilanıyla birlikte giderek körüklenen, kapsayıcılıktan yoksun söylemlerin aksine; sevgi dolu, özgürlükçü bir dünyada yaşamak dileğiyle.

Onur Ayını gururla ve dayanışma içinde kutluyoruz.

Ben de Onur Ayı için, en sevdiğim müzikallerden biri olan The Rocky Horror Picture Show üzerine birkaç düşüncemi kaleme almak istedim. Biraz tartışmalı bir film olmasına rağmen, müzikal yönüyle hâlâ ruhumu besleyen ve beni her seferinde sahneye çekmeyi başaran bir eser olduğunu düşünüyorum.

Filmi ilk kez küçük yaşlarda izlemiştim. O dönem, LGBTQ+ kavramlarına hâkim olmadığım için filmde anlatılanları tam olarak kavrayamamıştım. Yine de bu, müziklerine hayran kalmama engel değildi. Yıllar sonra yeniden izlediğimde, sahnelerin ve karakterlerin çok daha farklı anlamlar taşıdığını gördüm. “Time Warp” şarkısını ise hâlâ büyük bir keyifle dinliyorum.

Sonraki izleyişlerimde fark ettiğim şeylerden biri, filmin estetik dilinin ne kadar özgün ve güçlü olduğuydu. Filmin en sevdiğim yanlarından biri camp estetiğini böylesine cesurca sahiplenmesi diyebilirim. Camp; abartılı ve yapay olanı kutlayan, queer kültür için de yıllardır bir tür özgürleşme ve ifade alanı yaratan estetik bir yaklaşım. Genel olarak; görkemli kostümler, teatral oyunculuk, kitsch dekorlar, parodiye kaçan anlatılar ve normları ters yüz eden mizah, camp ruhunu yansıtır.

Queer topluluklar için bu estetik, normatif cinsiyet ve beden beklentilerine meydan okur; sahte ve abartılı olan üzerinden alternatif kimlik anlatıları sunar. Zira ‘gerçek’ ya da ‘doğal’ addedilenin dışına taşmak, queer kimliklerin tarihsel olarak reddedildiği bir alanı tersine çevirir. The Rocky Horror Picture Show da bu yaklaşımı her sahnesine yediren ve seyirciyi bu oyuna katılmaya davet eden bir film.

The Rocky Horror Show, ilk olarak 1973’te Londra’da tiyatro oyunu olarak sahnelendi. Yaratıcısı Richard O’Brien, aynı zamanda filmin unutulmaz karakterlerinden Riff Raff’ı canlandırdı. O’Brien, 1950’lerin bilim kurgu ve rock’n’roll kültürüne, camp estetiğine büyük bir ilgi duyuyordu. Bu etkileri harmanlayarak, bol müzikli ve aşırı teatral bir eser yarattı.

1975 yılında ise oyun, sinemaya uyarlandı. Film versiyonunda tiyatro prodüksiyonunun büyük kısmı korundu. Ticari anlamda büyük bir çıkış yakalamasa da, midnight movie (gece yarısı gösterimleri) kültürünün doğuşuyla ve LGBTQ+ topluluklarının sahiplendiği gösterimleriyle, zamanla kült bir fenomen hâline geldi. 

O dönem, LGBTQ+ hakları hâlâ çok sınırlıydı. Stonewall isyanlarının ardından queer görünürlük artmıştı; ancak, özellikle trans kadınlar için temsil büyük ölçüde problemli ve marjinalleştiriciydi. Rocky Horror’un çıktığı ilk yıllarda queer topluluk içinde film büyük heyecanla ve sahiplenmeyle karşılandı; çünkü beyaz perdede böyle bir temsil, böyle bir estetik neredeyse yoktu. 

Midnight movie kültürü; sinemaların gece yarısından sonra daha alternatif, bağımsız ya da ana akıma aykırı filmleri göstermesiyle başlayan bir akımdı. The Rocky Horror Picture Show gösterimleriyle bu kültür bambaşka bir boyuta evrildi: İzleyiciler, filmin ünlü sahnelerinde senkronize tepkiler vermeye; kostüm giyerek salona gitmeye, aksesuarlarıyla sahnelere dahil olmaya ve hep birlikte şarkılara, danslara katılmaya başladılar. Bu interaktif gösterimler, queer topluluğu için adeta bir ritüel alanına dönüştü; bir yandan filmle bağ kurma, diğer yandan kolektif bir kimlik geliştirme ve dayanışma fırsatı sundu. Böylece bu kült film; gökkuşağı kıyafetlerden drag performanslara, kolektif izleme deneyiminden kimlik keşfine kadar birçok LGBTQ+ bireye aidiyet ve ifade alanı açtı. Hatta yıllar içinde, queer topluluğu için bir çeşit “güvenli mekân” hâline geldi.


Ancak filmin bir başka yönü var ki göz ardı edemeyiz: Bu “güvenli” görünen alanın içinde, temsil sorunları ve şiddet içeren dinamikler bulunuyor. Bazı problemli sahnelerin teatral ve ironik çerçeveyle “hafifletildiği” bir durum oluşabiliyor. Camp estetiğinin özgürleştirici yanı, yer yer etik dışı ya da tartışmalı dinamikleri paravan gibi gizleyebiliyor. Yani film bir yandan alternatif alan açarken, diğer yandan o alan içinde sorgulanması gereken içerikler barındırıyor. 


Film, Janet ve Brad çiftinin yağmurlu bir günde arabalarının bozulması üzerine gizemli bir şatonun kapısını çalmasıyla başlar. Şatonun efendisi Dr. Frank N. Furter ve onun renkli, sıra dışı ekibiyle karşılaşan ikili, kendilerini fantastik ve sınırları zorlayan tuhaf bir deneyimin tam ortasında bulur. O gece şatoda özel bir etkinlik gerçekleşmektedir: Frank N. Furter, yarattığı yeni eseri kaslı ve çekici “yapay” insan Rocky’yi dünyaya tanıtacaktır.

Şatoda geçirdikleri süre boyunca, Janet ve Brad bastırılmış arzularıyla yüzleşirken; Frank’in karanlık, manipülatif ve sınırları aşan yönleri giderek görünür hâle gelir. Bilim insanı kimliğiyle yaratma arzusunu kontrolsüz bir güce dönüştüren Frank şatodaki hâkimiyetini, adeta bir güç ve cinsellik oyununa çevirir.

1975 gibi bir dönemde, Frank N. Furter gibi bir karakterin beyaz perdede yer alması başlı başına çığır açıcıydı. Ancak Frank N. Furter karakteri sıklıkla trans kadın temsili olarak okunabiliyor. Oysa Frank, kendisini açıkça “sweet transvestite from Transsexual, Transylvania” olarak tanımlar. Bu, cross-dressing yoluyla sahnelenen bir cinsiyet performansıdır; Frank, burada kendisini trans kadın olarak değil, kadın kıyafetleri giymekten keyif alan bir karakter olarak sunar. Bu nedenle karakterin trans kimliğiyle doğrudan ilişkilendirilmesi yanıltıcı olabilir.

Üstelik, bu karakterin bir cis erkek (Tim Curry) tarafından canlandırılması da bugünün perspektifinden problemli bir temsil olarak değerlendirilebilir. Çünkü trans kadın kimlikleri tarih boyunca sinema ve tiyatroda sıklıkla cis erkek oyuncuların abartılı, stereotipik ve çoğunlukla alaycı performansları üzerinden temsil edilmiştir. Bu da trans kadınların gerçek deneyimlerini ve insanlığını gölgede bırakıp onları karikatürize eden bir anlatım pratiğine dönüşür. Rocky Horror örneğinde, Frank’in sahnedeki aşırı teatral ve manipülatif tavrı, bu tarihsel temsil sorununun bir parçası olarak okunabilir.

Film boyunca Frank N. Furter’ın manipülatif ve zorlayıcı davranışları ciddi eleştirilere yol açıyor. Özellikle Brad ve Janet’le yaşanan sahnelerde, açıkça rıza ihlalleri, cinsel zorlama ve tecavüz imaları görülüyor. Frank’in bu davranışlarının mizah ya da camp çerçevesinde sunulması ise bu şiddeti meşrulaştırmaz; aksine, filmin queer alan açan yönleriyle bu toksik ve problemli dinamikleri yan yana getirerek çelişkili bir izlenim yaratabilir.

Frank’in Rocky’yi yaratma motivasyonu, temelinde kusursuz bir arzu nesnesi yaratma tutkusuna dayanıyor. Bu, bilimsel bir deneyin ötesinde, Frank’in kişisel fantezilerini tatmin etmek için, bedensel olarak mükemmel bir varlık yaratma çabasıdır. Bu nedenle Rocky, kaslı, çekici ve masum bir bedenle sahneye çıkar. Frank’in, eski sevgilisi Eddie’nin beyninden parçalar kullanması ise filme ayrı bir boyut katar: Rocky’ye Eddie’nin beyninin “en iyi parçalarını” koyarak, hem geçmişin nostaljisinden arındırılmış hem de kendi kontrolü altında tutabileceği yeni bir varlık yaratmak ister.

Filmde Janet karakterinin temsili, ilk bakışta geleneksel bir çizgide başlar. Janet, Brad’le olan ilişkisinde utangaç ve bekleneni yapan, tipik bir ‘heteronormatif kadın figürü’ olarak sunulur. Ancak şatoya geldikten sonra Janet’in karakteri, Frank’in yarattığı bu sınırları belirsiz ortamda, dönüşmeye başlar. Rocky ile yaşadığı yakınlaşma, bastırdığı cinsel arzuların yüzeye çıkmasını ve kendi bedenine, arzularına farklı bir açıdan bakmasını sağlar. Bu anlamda, Janet’in cinselliğe uyanışı izleyici tarafından özgürleştirici olarak okunabilir. Ancak bu dönüşüm, kendi içsel arzusundan ziyade, Frank’in kurduğu manipülatif ve kontrolcü ortamın bir sonucu olarak gelişir. Janet’in özgürleşme anı bile bir noktada Frank’in kurduğu oyun sahnesinin bir parçasına dönüşür. Dolayısıyla film, yüzeyde kadın cinselliğine bir alan açıyor gibi görünse de bu alan, çoğunlukla erkek bakışının ve güç dengesinin sınırları içinde kalır.

Film, bugün hâlâ tartışmalı ve eleştiriye açık yönler barındırıyor. Ancak yapıldığı dönemi de düşündüğümüzde, LGBTQ+ topluluğu için açtığı kapılar, yarattığı kolektif deneyim ve kültürel etkisi göz ardı edilemeyecek kadar büyük.

Bugün The Rocky Horror Picture Show, genellikle iki temel bakış açısı üzerinden değerlendiriliyor: Bir yandan özgürleşme ve aidiyet alanı yaratan kült bir eser, diğer yandan problemli temsiller barındıran ve eleştirel gözle okunması gereken bir yapım. 

Ama şunu söylemeliyim ki Rocky Horror’un izleme keyfini hiçbir şeye değişmem. Filmi her seferinde bu karışık hislerle izliyorum: Hem sahnenin enerjisine kapılıyorum, hem de arka plandaki tartışmalı noktaları yeniden düşünme fırsatı buluyorum. Belki tam da bu yüzden hâlâ bu kadar etkileyici: Müzikalin ve müziğin birleştirici gücünden gelen o benzersiz bağlanma hissi, filmi izlerken içimde hep yeniden canlanıyor. İzleyici gözünde sürekli yeniden okunan kültürel bir metin olarak da varlığını sürdürüyor. Azınlık topluluklara bir kapı aralaması ve özgürleşme alanı yaratması, The Rocky Horror Picture Show’un benim için her zaman ayrı ve özel bir yerde kalacağının bir göstergesi.

İlgili Okumalar

-Susan Sontag, Notes on Camp (1964)

-Judith Butler, Gender Trouble (1990) → (camp ve performatif cinsiyet üzerine temel kaynak)

Kaydol
Her zaman güncel kalmak için e-posta listesine katılın.