Bültenimize Kaydol

Kadınlarda Hormon Dengesizliklerine Nütrisyonel Bir Bakış 


*Uzman Diyetisyen İrem Çıldır

Giriş

Gelişen dünya koşullarında çoğu sağlık problemi cinsiyete özgü olarak değerlendirilmese de sanayileşen ülkelerdeki yaşam tarzı modifikasyonları kadın sağlığını büyük ölçüde etkilemektedir (Gnanadass et al., 2021). Günümüzün hızla büyüyen toplumunda, modernleşme, küreselleşme, tarımda yoğun ilerleme, aşırı nüfus ve işsizlik; insanı stres, huzursuzluk, ruh hali değişimleri, öfke, depresyon, tahammülsüzlük ve davranışta kabalığa karşı daha savunmasız hale getirmiştir. Tüm bunlar her cinsiyet ve her yaşta, hormon dengesizliğinin sessiz bir salgın gibi yayılmasına sebep olsa da, kadınlarda halihazırda mevcut olan döngüsel hormonal dalgalanmalara ek olarak maruz kalınan endokrin bozucular tarafından şiddetlenebilir (Roop J. K., 2018). Özellikle üreme sistemi incelendiğinde, hormonların kadınlar ve erkekler arasında değişmekte olan etkileri görülmektedir. Hormonların, çoğu major sistemi dengeleme ve regüle etmede bir harmoni içerisinde çalışması göz önünde bulundurulduğunda kadınların birçok hormonun tahakkümü altında menstrual döngü, gebelik ve menapoz gibi süreçleri deneyimlemesi, onları hormon dengesizliklerine daha yatkın hale getirmektedir. Mevcut yazının amacı, kadınlarda hormon dengesizliği ile ilişkili nedenler ve semptomları temellendirmek, kadınların hayat kalitesini artırabilecek fonksiyonel beslenme önerilerinde bulunmaktır.

Hormon Dengesini Anlamak

Kadınlarda hormon dengesi ile ilgili ana süreç olan adet döngüsü, bir kadının vücudunda aylık kanamanın eşlik ettiği hormonla ilgili, ritmik, tekrar eden süreçleri ifade eder. Bir kadının vücudu, adet döngüsü sırasında hamileliğinin başlangıcı ve devamı için mükemmel koşulları oluşturmayı amaçlayan değişikliklerden geçer (Chandel et al., 2024). Hormonların kan aracılığıyla organlar, cilt, kaslar ve diğer dokulara mesaj taşıyarak vücuttaki farklı işlevler hakkında neyi ne zaman yapacağının sinyallerini ileterek koordine eden kimyasallar olduğu düşünüldüğünde, hormon dengesi yaşamımız için elzemdir. Başta metabolizma olmak üzere homeostaz (sabit iç denge), büyüme ve gelişme, seksüel fonksiyon, üreme, mod ve uyku-uyanıklık döngülerini hormonlar kontrol eder. Hormonların sinerjistik çalışma biçimlerinden dolayı herhangi bir hormonun fazla veya az olması dengenin bozulması anlamına gelir. Yaş faktörü (örneğin menopozda gözlemlendiği gibi), genler, beslenme ve stres gibi yaşam tarzından kaynaklı faktörler hormon dengesizliğine etkide bulunan majör etkenlerdendir.

Hormonal dengesizliği anlayabilmek için öncelikle hormonları anlamak gerekir. Östrojen, kadın vücudundaki en önemli hormonlardan biridir ve androjenlerden üretilir. Üç farklı formda bulunur: estradiol (E2), estron (E1) ve estriol (E3). Üreme çağında en aktif olan östrojen türü estradioldür ve esas olarak yumurtalıklardan salgılanır. Estron, genç yaşlarda böbrek üstü bezlerinden salgılanırken, menopoz dönemine yaklaştıkça seviyeleri artar. Estriol ise yalnızca hamilelik sırasında plasenta tarafından üretilir. Yani, estradiol doğurganlık döneminde baskınken, estron menopoz döneminde ön plana çıkar ve estriol hamilelikle bağlantılıdır. (Hoffmann et al., 2023). Kadınlarda özellikle post-menopozal dönemde artan estron seviyeleri, meme kanseri ve endometriyal kanserle potansiyel ilişkiye sahiptir. Kadınlarda artmış serbest östrojen seviyeleri (hiperöstrojenizm) fibrokistik meme yapısı, rahim miyomları, genç kızlarda erken menarş, premenstrual sendrom, endometriyozis, meme kanseri, menstrual dönemde kas krampları, acı, ağır kanamalar ve en son olarak da infertiliteye sebep olabilir (Roop J. K., 2018; Patel et al., 2018). Hiperöstrojenizme yol açan nedenlerden biri, obeziteye yol açan ağır gıda alımı ile adipoz dokudan salgılanan aromataz enziminin varlığında testosteronun östrojene dönüşümünün artması gibi beslenme alışkanlıklarındaki değişikliklerdir. Bu durum Hafif ila şiddetli hipoglisemiye neden olan düzensiz insülin salgılanması ile karakterize hiperinsülinizmle ilişkilendirilebilir. Ardından, yumurtalıklar testosteron üretimini artırır ve seks hormonu bağlayıcı globulinleri azaltır, böylece kandaki serbest östrojen seviyelerini artırır (Haffner S. M., 1996). Bu nedenle diyet, östrojen sentezini, metabolizmasını ve reseptör aktivitesini büyük ölçüde düzenler (Malekinejad & Rezabakhsh, 2015).

Alkol tüketimi karaciğerdeki östrojen detoksifikasyonuna müdahale eder ve kandaki estradiol seviyelerini artırır. Başlıca çevresel toksinler veya kimyasallar/sentetik bileşikler (bisfenol A, fitalatlar, poliklorine ve polibromine edilmiş bifeniller gibi) ve fitoöstrojenlerden (bitkisel östrojen) kaynaklanan eksojen östrojen (ksenoöstrojen) maruziyeti, östrojen dominansına sebep olup, sonucunda uterus veya overlerin cerrahi olarak alınmasına kadar uzanabilen fibroidler ve endometriyoza yol açabilir (Waring & Harris, 2011; Guarnotta et al., 2022). Histerektomi ve overiektomi veya her iki operasyonun birden gerçekleştirilmesi ise östrojen, progesteron ve testosteron seviyelerinin dramatik şekilde düşmesiyle; kemik yoğunluğunun azalmasına, osteoporoza, kas kütlesinin düşmesine, kalp çarpıntısı, stres ve depresyona yol açabilir (Patel et al., 2018).

Diğer bir yandan östrojenin beyin ve hafızaya olan etkisi iyi bilinmektedir. Bunun en iyi örneği menopoz döneminde görülen bilişsel değişimlerdir. Menopoz sırasında estradiol seviyelerinin düşmesiyle birlikte bazı kadınlarda unutkanlık, odaklanma güçlüğü ve zihinsel bulanıklık gibi belirtiler ortaya çıkabilir. Östrojen, hipokampus ve prefrontal korteks gibi hafıza ve öğrenme ile ilgili beyin bölgelerinde sinir hücrelerinin iletişimini destekler ve yeni sinapsların oluşumunu teşvik eder. Örneğin, yapılan çalışmalar östrojen seviyeleri yüksek olduğunda sözel hafıza ve öğrenme yeteneğinin daha iyi olduğunu, ancak menopoz sonrası azalan östrojenle birlikte bu yetilerin zayıflayabildiğini göstermektedir (Henderson & Sherwin, 2021).

Östrojen, nöronlara kan akışını, glukoz ve oksijen tedarikini artırır, nöroprotektif ve nörotrofik etkiler görülür. Aşırı egzersiz, düşük yağlı veya düşük karbonhidratlı diyetler, yetersiz beslenme/oruç tutma ve ani kilo kaybı gibi fiziksel stresörler nedeniyle östrojendeki herhangi bir dalgalanma veya azalma, kaygıya, huzursuzluğa ve uyku bozukluğuna yol açabilir (Jehan et al., 2015). Çeşitli raporlar, östrojen ve progesteron seviyelerindeki dalgalanmaların, kadınlarda irritabl bağırsak sendromu olan veya olmayanlarda, adet döngüsü ve perimenopoz geçişi sırasında olduğu gibi gastrointestinal ağrılı ve ağrısız semptomlarda artışa yol açabileceğini göstermektedir. Tüm bu dengesizliklerin; baş ağrısı, şişkinlik, kilo alımı, hafif ila şiddetli kramplar, sırt ağrıları, tuzlu veya tatlı yiyeceklere karşı istek, sıcaklığa karşı hassasiyet ve alerjik reaksiyonlarla ilişkili olduğu bildiriliyor.

Östrojenle daimi bir takım arkadaşlığı içerisinde olan progesteron, genellikle adrenal korteks ve gonadlar tarafından üretilen endojen bir steroid hormondur. Progesteron ayrıca gebeliğin ilk on haftasında yumurtalık korpus luteum tarafından salgılanır, ardından gebeliğin sonraki aşamasında plasenta takip edilir (Cable & Grider, 2023). Bu işlevi dolayısıyla gebelik hormonu olarak da bilinir. Progesteron, kolesterolün bir türevidir ve insan vücudunda, özellikle üreme sistemi içinde çok sayıda işlevi vardır. Beyindeki gamma amino bütirik asit (GABA) reseptörlerine etki ederek beyin ve bedene sakinlik veren bir etkide işlev gördüğü bilinmektedir. Bu etkisi sayesinde ruh hali değişimleri, sinirlilik ve depresyonu hafifletmeye yardımcıdır (Pluchino et al., 2009). Stres içinde yaşamak progesteronun tükenmesine neden olur (Smith P., 2005). Perimenopoz döneminde, özellikle kadınlar stresli olduğunda progesteron seviyeleri düşmeye başlar. Hem yaş hem de stres, yumurtalıklar tarafından üretilen progesteron miktarını azaltır. Bu, progesteron ve östrojen arasında dengesizlik yaratır ve bu nedenle kadınlar vajinal kuruluk, idrar yolu enfeksiyonu, eklem ağrısı ve kilo alımı yaşayabilir. Ek olarak kadınlarda yaşla birlikte azalan progesteron seviyeleri, uykuya dalmakta zorluk yaşanmasına sebep olabilir. Östrojen dominansı olan çoğu durumda progesteron yetersizliği görülür. Dolayısıyla başta fibrokistik meme yapılarında olmak üzere endometriyozis, rahim miyomları gibi durumlarda progesteron takviyesi veya progesteronu artırıcı beslenme alışkanlıkları göz önünde bulundurulmalıdır.

Bir ara hormon olan DHEA’nın yaklaşık %75 ila %90’ı adrenal kortekste üretilir ve sülfatlanmış formu olan DHEA-S’ye dönüştürülür (Pataky et al., 2021). En bol dolaşımdaki steroid hormonu olan DHEA-S’nin salgılanması, stres yanıtında ana düzenleyici rol oynayan hipotalamik-pitüiter-adrenal (HPA) aksının merkez düzenleyicisi olan kortikotropin salgılayan hormona (CRH) ve adrenokortikotropik hormona (ACTH) yanıt olarak kortizol salgılanması ile senkronize edilir (Slominski A., 2009). Stres şüphesiz ki vücudun homeostazını etkiler ve hormonal dengesizliklere yol açabilir. Bunun nedeni, kronik stresin adrenal bezler üzerinde ağır bir yüke neden olan HPA aksında değişikliklere neden olmasıdır. Stres algılandığında hipotalamus, hipofiz bezinin ACTH üretmesine ve bu da strese uyum sağlamanın bir yolu olarak adrenal bezlerden kortizol ve glukokortikoidlerin üretilmesine neden olur. Bu durum, testosteron gibi androjenik hormonların üretimi için öncül olarak hizmet edebilen ve vücutta homeostazı koruyan DHEA ve DHEA-S’de bir azalmaya yol açar (Pataky et al., 2021). Yüksek Kortizol-DHEA Oranı, adrenal hiperfonksiyonun bir sonucudur. Bu, kronik stres, depresyon veya yoğun egzersiz yaşayanlarda belirgin olabilir.

Stres, hipofiz bezi tarafından üretilen ve tiroide tiroid hormonları üretmesini söyleyen bir hormon olan Tiroid Uyarıcı Hormon (TSH) üretimini inhibe ederek hipotiroidizme de neden olabilir. Tiroid vücuttaki her hücreyle iletişim kurar. Bu nedenle, tiroid dengesizlikleri genellikle diğer hormon dengesizliklerine yol açar. Tiroid hormonu düzenlemesi beslenme, stres ve uyku gibi çeşitli faktörlere bağlıdır. Yetersiz tiroid hormonu üretimi olduğunda, hipotiroidizm, vücut genelinde hücresel metabolizmanın düşmesine ve kilo alımı, saç dökülmesi, yorgunluk ve kabızlık gibi semptomlara yol açan hipotiroidizm ortaya çıkar. Hipotiroidizmin en yaygın nedeni otoimmün tiroidit veya Hashimoto’dur. Diyetten yetersiz iyot alımı, T4 (inaktif tiroid hormonu) üretiminde bir azalmaya neden olduğu için tiroid disfonksiyonuna ve dengesizliğine de katkıda bulunabilir. Nadir olsa da, aşırı guatrojen tüketimi de T4 üretimini azaltabilir. Guatrojenik besinler arasında brokoli, lahana, karnabahar, şalgam, tatlı patates ve lahana bulunur.

Üreme çağı kadınlarında en çok görülen hormon dengesizliği sebepli metabolik bozukluk Polikistik Over Sendromu, diğer bir adı ile PKOS/PCOS’tur. Hiperinsülinemi ve insülin direnci, kadınlarda erkeklik hormonları olarak adlandırılan androjenlerin salgılanmasını artırarak PCOS’un klinik görünümüyle oldukça bağlantılıdır (Hart et al., 2004). Tipik tablosunda infertilite, akne, androjenik alopesi (erkek tipi kelleşme) ve hirşutizm (erkek tipi tüylenme) gördüğümüz bu kompleks endokrin bozukluğa, beraberinde glukoz toleransı, hipertansiyon, kardiyovasküler bozukluklar hakimdir (Gnanadass et al. 2021). PKOS’un temel mekanizmasından halen tam olarak emin olunamamasına rağmen inflamasyonun potansiyel risk oluşturduğu düşünülmektedir. İnflamatuar belirteçlerin seviyelerindeki denge, yumurtalık fonksiyonunu korumak için önemlidir. Araştırmalar, anti-enflamatuar ve proinflamatuar sitokin seviyeleri arasındaki dengenin bozulmasıyla yumurtalık disfonksiyonuna, steroid yapılı hormonların sentezinde değişime ve bozulmuş foliküler olgunlaşmaya sebep olabileceğini göstermektedir. Bu da aslında PCOS’lu kadınların çokça muzdarip olduğu anovulasyon, infertilite, hiperandrojenizm ve implantasyon başarısızlıklarını kapsayan over disfonksiyonunu açıklamaktadır (Gnanadass et al. 2021). Hashimoto tiroiditi gibi otoimmün durumlar, hormonlarda dengesizliklere ve altta yatan genetik, otoimmün ve metabolik nedenlerin bir kombinasyonuna sahip olduğu öne sürülen PCOS’a neden olabilir.

Hormon Dengesizliklerin Kontrolü için Fonksiyonel Öneriler ve Beslenmeden Yararlanmak

Östrojen, progesteron, insülin ve melatonin gibi hormonların sergilediği antioksidan özelliklerle karşılaştırıldığında, tiroid hormonu ve kortikosteroidler gibi hormonlar, homeostazda dengesizliğin bir sonucu olarak serbest radikallerin ve oksidatif stresi üretimini artırma yeteneğine sahiptir (Sahoo et al., 2024). Kronik inflamasyonun tiroid hormonları, kortizol ve büyüme hormonu gibi diğer hormonları etkilediği gösterilmiştir. Yüksek stres, işlenmiş gıdalar ve çevresel toksinlerin tümü kronik iltihaplanma ile ilişkilendirilir. Stres, diğer faktörlerin yanı sıra HPA ekseninde düzensizliğe neden olduğu için hormonal dengeyi büyük ölçüde etkileyebilir. Stresle başa çıkmak için uyarlanabilir ve sürdürülebilir yollar bulmak, hormonal dengeyi desteklemede etkili olabilir. Bu noktada fonksiyonel beslenme ile içsel dengeye ulaşmak ilk adımlardan biridir.Öz bakıma öncelik vermek, yeterince uyumak, düzenli egzersiz yapmak ve doğada daha fazla zaman geçirmek gibi yöntemler stresi modüle etmenin etkili yollarıdır. Gün boyunca derin nefes ve meditasyon egzersizleri uygulamak da yararlı olabilir.

Uyku, diğer bütünsel faktörlerin yanı sıra hormonları dengelemek, beden ve zihindeki restorasyonu ve dengeyi desteklemek için gereklidir. Gece vardiyasında çalışan kadınların adet döngülerinin bozulduğu ve düzenli uyku düzenlerini sürdürmede zorluk çektikleri bilinmektedir. Düzensiz ışık-karanlık dönemleri, vardiyalı çalışanlarda üretilen hormon melatonin seviyelerini etkiler. Melatonin salınımı ve uykuyu iyileştirmek için bazı yararlı ipuçları arasında sabahın erken saatlerinde güneş ışığına maruz kalmak yer alır, çünkü bu sirkadiyen ritmi iyileştirmeye yardımcı olur. Uyumadan 1-2 saat önce ışıkları kısmak ve düzenli bir yatma zamanına bağlı kalmak da yararlıdır.

Hormonları dengelemek için düzenli egzersiz ve hareket de gereklidir. Egzersiz; iltihabı azaltmaya, stresi düzenlemeye ve bağırsak fonksiyonunu modüle etmeye yardımcı olan beyinden elde edilen nörotrofik faktör BDNF’yi üretmeye yardımcı olur ve bunların hepsi hormonal sağlığı destekler. Orta düzeyde egzersiz veya tempolu yürüyüş kortizol seviyelerini düzenleyebilir ve glikoz metabolizmasını koruyabilir.

Beslenme, hormonları dengelemede önemli bir faktördür. Anti-inflamatuar bir diyet, genel bağışıklık sistemini güçlendirmenin ve otoimmüniteyi hafifletmeye yardımcı olmanın önemli bir yoludur. Vücudu antienflamatuar bir diyet ve D vitamini, A vitamini ve çinko gibi bağışıklık destekleyici mikro besinlerle desteklemek, herhangi bir irritasyona neden olabilecek ve inflamasyona katkıda bulunabilecek yiyeceklerden kaçınmak, tiroid fonksiyonunun da desteklenmesini sağlamak bakımından önemlidir. Araştırmalar, bağırsak mikrobiyomunu dengelemenin HPA dengesini desteklediğini ve hormonal dengeye yardımcı olduğunu göstermektedir. Bağırsak mikrobiyomumuzun sağlığı da metabolik fonksiyonumuzu etkiler ve hormonal sağlığa daha fazla katkıda bulunabilir. Hidrasyon, dinlenme ve hareketin yanı sıra lahana turşusu gibi probiyotik yiyecekler ve muz, sarımsak ve soğan gibi prebiyotik yiyecekler bağırsaktaki dengenin desteklenmesinde kilit oyunculardır.

Brokoli, karnabahar, lahana gibi turpgiller ailesine dahil sebzeler ve ıspanak gibi koyu yeşil yapraklı sebzeler, hormonal dengeyi korumak için önemli olan detoks ile vücudu destekleyebilir. Özellikle estron (E1) seviyelerini düzenlemek ve östrojen detoksuna katkıda bulunma açısından en kuvvetli nütrisyonel faktördür. Bu sebzeleri pişirerek tüketmek herhangi bir guatrojenik sorunu ortadan kaldıracaktır ve tiroid problemleri yaşayanlarda güvenle tüketilebilir. Selenyum ve iyot kaynaklarını sırasıyla brezilya cevizi ve deniz ürünleri ile beslenmenize dahil etmek tiroid sağlığı için önemlidir. Çinko, cilt sağlığını, bağırsak işleyişini ve bağışıklığı modüle etmeye yardımcı olarak hormonal dengeyi destekler. Fındık, kabak çekirdeği, tam tahıllar ve baklagillerin hepsi önemli çinko kaynaklarıdır. Özellikle çinko ve selenyum güçlü antioksidan ve immün sistemi destekleyici özellikleri ile ön plana çıkmaktadır.

B6 vitamini bakımından zengin balık, tavuk ve organ etleri gibi protein kaynakları hormonal sağlıkta ayrılmaz bir rol oynar. Benzer şekilde, avokado, zeytinyağı, grass-fed tereyağı, yabani somon ve keten tohumu gibi sağlıklı yağlar, hormonal dengeyi teşvik eden anti-inflamatuar özelliklere sahiptir. Özellikle Omega-3’ler, birçok hormon için öncül görevi görür ve hormon destekleyici bir diyette önemlerini pekiştirir. Ek olarak, Akdeniz diyeti veya anti-inflamatuar diyet diyeti gibi belirli diyet yaklaşımlarını benimsemek etkili seçimler olabilir. Bu diyetler, hormonal dengenin korunmasında kilit faktörler olan iltihabı azaltmayı ve bağırsak sağlığını iyileştirmeyi vurgular. Kötü bağırsak sağlığı genellikle hormonal dengesizliklerle bağlantılı olduğundan, sağlıklı bir bağırsak besleyen bir diyet seçmek bu süreci desteklemenin hayati bir bileşeni haline gelir.

Takviye edici gıdalar ve bitkiler, kadınlarda hormonal dengeyi desteklemede hayati bir rol oynayabilir. Ashwagandha, vücudun strese uyum sağlamasına yardımcı olan adaptojenik bir bitkidir. Stres tepkisini modüle etmeye, kaygıyı desteklemeye ve iltihabı azaltmaya yardımcı olarak hormonal denge açısından destekleyicidir. Antienflamatuar özellikleriyle kurkumin zerdeçal bitkisinin aktif bileşenidir. İnflamasyon hormon dengesini olumsuz etkileyebileceğinden, kurkumini beslenmeye dahil etmek hormon sağlığına fayda sağlayabilir. Diğer bir takviye edici olarak maca kökü, özellikle cinsel sağlık ve işlevle ilgili olarak hormonal dengeyi destekleme potansiyeli açısından araştırılmıştır. Çalışmalar, maca kökünün cinsel işlev, menopoz semptomları ve sperm kalitesi üzerindeki etkilerini inceleyerek, cinsiyet hormonlarının düzenlenmesine olan olası katkılarını değerlendirmiştir ancak net bir sonuca ulaşmak için daha fazla kapsamlı çalışma gerekliliği vurgulanmaktadır (Gonzales & Villaorduña, 2022).

Yalnızca vitamin değil, aynı zamanda vücut üzerindeki hormon benzeri etkisi nedeniyle bir prohormon olarak da bilinen D vitamini, hormon dengesi üzerinde en önemli etkiye sahip bileşenlerden biridir. Türkiye nüfusu endemik olarak D vitamini eksikliğine sahiptir, bu nedenle takviye yardımcı olabilir. Bu vitamin, hepsinin hormonal sağlık üzerinde etkisi olan bağışıklık, inflamasyon ve ruh hali faktörlerini modüle etmeye yardımcı olabilir. Kadın sağlığında ayrı bir öneme sahip olan magnezyumun yaşam alışkanlıklarına takviye olarak veya magnezyumdan zengin gıdalar ile dahil edilmesi, östrojen detoksuna katkıda bulunması, şeker metabolizmasındaki stabilize edici rolü, bağırsak sağlığında motiliteyi desteklemesi bakımından önemli bir yere sahiptir. Muz, avokado, ceviz, ıspanak ve badem gibi besinlerle magnezyum alımı doğal yoldan desteklenebilir. Probiyotikler ayrıca mikrobiyomu dengelemede ve hormonal dengeyi daha da etkilemede değerli bir araç olabilir. Bununla birlikte, yeterince veya herhangi bir fermente gıda tüketmeyen bireyler için probiyotik takviyeleri, mikrobiyomu yeniden dengelemek ve hormonal dengeyi olumlu yönde etkilemek için destekleyici bir seçenek olabilir.

Son olarak PCOS ile mücadelede öne çıkan androjenlerle, akne ve hirşutizmle mücadelede kıvırcık nane (spearmint) çayı, çinko ve cüce palmiye bitkisi (saw palmetto) ekstraktı önerilmektedir. İnsülin direnci yönünden desteklemek için berberin, aynı zamanda androjen azaltıcı ve fertiliteyi artırıcı etkileriyle inositol takviyeleri de araştırmalarda ön plana çıkmaktadır.

Sonuç

Bu yazı, kadınlarda hormon dengesizliğinin nedenlerini, semptomlarını ve bu durumun fonksiyonel beslenme ile nasıl yönetilebileceğini ele almıştır. Kadınlar, üreme sistemlerine özgü hormonlar ve döngüler nedeniyle hormon dengesizliklerine daha yatkındır. Yaşam tarzı faktörleri, stres, beslenme alışkanlıkları, çevresel toksinler ve genetik faktörler, bu dengeyi bozabilecek önemli etmenlerdir. Östrojen, progesteron, tiroid hormonları ve insülin gibi hormonlar arasındaki denge, kadınların fiziksel ve ruhsal sağlığını doğrudan etkiler. Östrojenin fazla ya da az olması, progesteron yetersizliği ve insülin direnci gibi durumlar, kadınlarda farklı sağlık sorunlarına yol açabilir.

Fonksiyonel beslenme, hormon dengesinin sağlanmasında önemli bir rol oynar. Yaşam biçimine entegre edilen beslenme alışkanlıkları, vücuttaki hormon üretimini ve metabolizmasını düzenlemeye yardımcı olabilir. Ayrıca, düzenli egzersiz, yeterli uyku, stres yönetimi ve çevresel faktörlere dikkat edilmesi, hormonal dengeyi desteklemenin önemli unsurlarıdır. Bu bağlamda, kadınların hormon dengesizlikleriyle başa çıkabilmesi için bütünsel bir yaklaşım benimsemeleri gerekmektedir. Özellikle östrojen, progesteron ve insülin düzeylerini kontrol altına almak için yaşam tarzı değişiklikleri önerilmekte olup, kadınların genel sağlıklarını iyileştirmek için fonksiyonel beslenme yöntemlerinin kullanılması teşvik edilmektedir.

Kaynakça

Abraham Gnanadass, Subeka, Yogamaya Divakar Prabhu, and Abilash Valsala Gopalakrishnan. “Association of metabolic and inflammatory markers with polycystic ovarian syndrome (PCOS): an update.” Archives of Gynecology and Obstetrics 303 (2021): 631-643.

Cable, J. K., & Grider, M. H. (2023). Physiology, Progesterone. In StatPearls. StatPearls Publishing.

Chandel, Shobhini, et al. “Hormonal Imbalances and Genetic Factors in Menstrual Cycle Irregularities.” Women’s Health: A Comprehensive Guide to Common Health Issues in Women. Bentham Science Publishers, 2024. 101-128.

Gonzales, G. F., & Villaorduña, L. (2022). Maca (Lepidium meyenii) for improving sexual function: A systematic review and meta-analysis of randomized clinical trials. Maturitas, 161, 1-9.

Hart, R., Hickey, M., & Franks, S. (2004). Definitions, prevalence and symptoms of polycystic ovaries and polycystic ovary syndrome. Best Practice & Research Clinical Obstetrics & Gynaecology, 18(5), 671-683.

Henderson, V. W., & Sherwin, B. B. (2007). Surgical versus natural menopause: cognitive issues. Menopause (New York, N.Y.), 14(3 Pt 2), 572–579. https://doi.org/10.1097/gme.0b013e31803df49c

Hoffmann, J. P., Liu, J. A., Seddu, K., & Klein, S. L. (2023). Sex hormone signaling and regulation of immune function. Immunity, 56(11), 2472-2491.

Pataky, M. W., Young, W. F., & Nair, K. S. (2021, March). Hormonal and metabolic changes of aging and the influence of lifestyle modifications. In Mayo Clinic Proceedings (Vol. 96, No. 3, pp. 788-814). Elsevier.

Patel, S., Homaei, A., Raju, A. B., & Meher, B. R. (2018). Estrogen: the necessary evil for human health, and ways to tame it. Biomedicine & Pharmacotherapy, 102, 403-411.

Sahoo, D. K., Samanta, L., Kesari, K. K., & Mukherjee, S. (2024). Hormonal imbalance-associated oxidative stress and protective benefits of nutritional antioxidants. Frontiers in Endocrinology, 15, 1368580.

Slominski, A. (2009). On the role of the corticotropin‐releasing hormone signalling system in the aetiology of inflammatory skin disorders. British Journal of Dermatology, 160(2), 229-232.

Waring, R. H., & Harris, R. M. (2011). Endocrine disrupters—A threat to women’s health?. Maturitas, 68(2), 111-115. 

Kaydol
Her zaman güncel kalmak için e-posta listesine katılın.