Bültenimize Kaydol

Tam Olmadan Tamamlanamayanlar

Doğrusunu isterseniz, beşeriliğe aykırı algılar tarafından ele geçirilmiş bir mükemmeliyetçiden net bir tanım beklemek zordur. Bu mükemmelliyetçi, muhtemelen kendi kafasının içinde söyleyeceği çoğu şeyin eksik, belki yanlış olacağını, mutlaka bir yerlerde daha iyisinin olduğunu düşünmüştür. Böylece kim bilir, saniyeler içinde konuşmaktan vazgeçmiştir. Ya da size günlerce sürecek bir araştırmadan sonra yeterince tatmin olursa geri dönebilir.

Bu duruma sebep olan en önemli unsurlara bakarsak, birçoğu kafasında kira vermeyen bir eleştirmenle yaşamaktadır ve daima daha iyisini yapabileceği düşüncesi tarafından esir alınmıştır. Kendini bir insanın ulaşamayacağı mükemmellikle, tanrısal bir sorumlulukla yükümlü kılacak kadar cüretkar davransalar da, çoğu zaman kendi kabiliyetlerini aşacak hiçbir şeye de başlamama eğilimleri vardır. İnanın, hemen hemen her şey kafasında onların kabiliyetlerini aşar. Çünkü nihayetinde, yeteneklerinin kusurluluğu sanrısından dolayı, onlara hiçbir şey yeterli gelmez. Belki de kendi eleştirmenlerinin onlara sunduğu tüm bu güçlü argümanlarla, kalemleri çoğu zaman kağıda değemeden kurur. Aklında binbir soruyla, gerçekte olduğu noktayı görmekte zorlanırlar. “Daha iyisini yapabilirim”, “Bulunmamışı bulabilirim”, “Görülmemişi görebilirim” sesleri sürekli olarak zihinlerinde yankılanır.

Bu satırlarla mayhoş bir bağlantı kurduysanız eğer, tebrikler! Bu kulüpte beraberiz.
Ya da dünyanın sonu değil derseniz, bu denli serzenişe rağmen mükemmeliyetçilik en azından sizin kendinizle mücadeleniz olmayabilir. Hatta kimi zaman sizi doğru adrese teslim edebilir.
Eğer bizler gibi siyah kuğu sizi bir kere ele geçirdiyse, artık bu yolda yürümek sizin için bir zorunluluk gibi görünebilir. Olması gerektiğine inandığınız her şey tanımlayabildiğinizin ötesinde, hatta neredeyse bir içgüdüyle hareket edercesine mükemmel olmak zorundadır. Nerede öğretildiğini hatırlayamaz, tüm bu düşüncelerin arkasından gelen o yetersizlik hissinin beyninize ilk nüfuz ettiği ana geri dönemezsiniz belki ama, size o yolda eşlik edecek berbat ve oldukça sadık bir arkadaşınız vardır artık.

Kimisi kendini hatırladığı ilk andan beri taşır bu hissi, kimi için öğretilendir, kimi ise kaynağını bulmakta bile zorlanır. Fakat ortak noktada, bu kaygı kişinin içinde ise, gölgesinde kaldığı hislerle kendi özüne ve yaratıcılığına bir duvar ördüğünü, birçok defa kendini denemekten bile alıkoyduğunu çok geç fark edebilir.
Henüz resim çizmeyi öğrenen birini ünlü bir ressamla karşılaştırmak kime sorsanız mantıksız gelir. Fakat mükemmelliyetçinin kendisinden beklentisi çoğu zaman tam da budur. Bakmayın, aslında onun da içine sinmez. Yeteneklerinin insani sınırlarını hisseder. Fakat hedeflediği yüksek standartlar, öğrenirken ve denerken doğacak kusurluluktan kaçmak istemesine sebep olur. Nihayetinde kendini ve tüm evreni ikna edebileceği bahanelerle üretkenliğini bir sabah alarmı gibi mütemadiyen erteler.
Bu ona kendi küçük paradoksunu da yaratır. Kafasındaki ses ertelemenin kötü olduğuna dair konuşmaya başlar. İlk ne zaman duyduğunu hatırlamadığı, belki bir içgüdü olarak kalması gereken bu ses, henüz küçük yaşlarda dışarıdan beslenmeye başlamıştır. Bazen baskıcı ebeveynlerden, bazen zorba arkadaşlardan, bazen kendisine empoze edilmiş, ya da çevreden örneklediği yüksek standartlardan. Beslendikçe özgürleşen, konuştukça acımasızlaşan o ses, aslında tanıdığımız iç eleştirmenimizdir.

Bir düşüncenin eşsizliği, bir parçanın kusursuzluğu, ya da bir resmin mükemmelliği insanın kendi içindeki o kaba eleştirmenden yeterli not almadıkça toplumla buluşmaya da asla hazır olmaz. Kişinin kendi içinde büyüttüğü bu eleştirmen, insanlığa karşı delinmez bir zırh görevi görür. Mükemmel olarak adlandırılanın eleştirilemeyeceğine, hatta yenilmeyeceğine dair bir güven hissedebilir ve böylece bu ulaşılmaz hedef daha da cazip hale gelir. Bu kararın öznelliğini görmezden gelmeyi bir türlü beceremeyip, nihayetinde salondaki herkesi inandırmaya çalışırken siyah kuğu, kendini tükettiğinin farkına bile varmaz.

Belki kendi içimizde sebebini arasak da bulamıyoruz. Dönüp baktığımızda mükemmel hayatlar izliyor, kusursuz insanlar görüyoruz. Belki aynaya bakmadığımız kadar hiç tanımadığımız insanların 9:16 oranındaki yüzlerine bakıyoruz. Kendimizi sevmeye çalışırken süslü cümlelere tav oluyoruz ve bir türlü ateşkes ilan edemiyoruz. İnsanlığa pazarlanmış en çirkin illüzyonlardan biriyse bu, gözümüzü açıyoruz, sahteliği görüyoruz, fakat ne yazık ki bile bile bu ikiyüzlülükle yarışmaya çalışacak, kendimizi yargılayacak kadar saf davranıyoruz kimi zaman.

Her ne kadar dile kolay gelse de, bizi ele geçiren bu duygunun panzehiri, kabul etmektir belki. O eleştirmene karşı durup, kendi sesimizi daha çok duymaktan, hatta belki çok ileri gideceğim fakat, kendi sesimizi sevmekten geçer. Bazen elimizdekini kabullenmekten, dünyada kapladığımız yeri, elimizden geldiği kadarını kabullenmekten, en nihayetinde sadece “insan” olduğumuzu, tam olmadan da tamamlanabileceğimizi kabullenmekten geçer.

Kaydol
Her zaman güncel kalmak için e-posta listesine katılın.