Bültenimize Kaydol

FRAN, ÖTEKİ VE KENDİLİK DENEYİMİ

Rachel Lambert’in Sometimes I Think About Dying eseri, klasik yabancı arketipinin düzeni  bozma anlatısını Fran’in iç dünyası aracılığıyla yeniden ele alarak yalnızlık ve öteki  kavramına dair bir gözlem sunmaktadır. 

Film, soğuk ve kasvetli bir sahil kasabası görüntüleri, masalsı bir müzik ve belgeselvari  gerçeklik vaadiyle açılır. Fran’in kameraya dönüp doğrudan seyirciyle göz teması kurduğu  sahne; bu gerçeklik algısını, karakterin duyusal deneyimlerini ve özne-nesne ilişkisini  birleştirmiş olur. Özne olan seyirci, nesne olarak seyrettiği karakterin özneliğiyle karşı  karşıya kalır. Bu noktada izleyici, yalnızca yansımayı gören bir gözlemci değil, yansımanın  sahibi yani Fran’in iç dünyasına davet edilen bir katılımcıya dönüşür. 

Halihazırda Lacan’a göre, öznenin dış dünya ile ilk tanışıklığı da “öteki” kavramını fark  etmesiyle başlar (the mirror stage). Aynadaki imge, kişinin kendisi gibi görünse de aslında bir  “öteki” dir ve ancak bu “öteki” ile özdeşleşme sonucu birey olabilmek mümkün olur. Bu  noktada kişi, yansımasıyla bütünleştikten sonra, dış dünyadaki ötekileri kabul edebilir hale  gelir. Fran; henüz bu özdeşleşmeyi tamamlayamamış, kendisine ve çevresine yabancı bir  karakterdir. Çalıştığı ofiste duyulan diyaloglar ve insan hareketliliği, işitsel bir biçimde  sunularak çerçevenin dışındaki dünyanın Fran ile olan ayrıksılığını pekiştirirken, Lambert, bu  anlatı biçimiyle, seyirciyi karakterin psikolojik gerçekliğine daha da derinlemesine çeker. 

Fran’in hislerini yansıtan imgeler, hem karakterin ruh halini görselleştirir hem de ileride  olacaklar için metaforik ipuçları bırakır. Örneğin, yılan imgesi, yalnızlık ve ölüm  düşünceleriyle başlanan anlatıya, yabancının/ötekinin (Robert’ın) gelişinin ön habercisi  olarak eklenmiştir. Robert’ın gelişiyle başlayan ilişki, Fran’in durağan ve yabancılaşmış  dünyasında bir hareketlilik yaratır. Kendini ve hislerini anlamlandırmak zorunda kalmaya  başlar. Fran’in duyuları artık yalnızca etrafına bir gözlemci olmaktan çıkar ve onun yerine  merakla “Öteki” olana yoğunlaşır. 

Konuya Sartre perspektifiyle yaklaştığımızda; bir başkasının bana baktığını fark ettiğim o an,  artık kendimi bir nesne gibi hissetmeye başlar ve kendi bilincimle var olan bir özne olmaktan  çıkıp, ötekinin algısında bir “şey”e dönüşmüş olurum. Diğer bir değişle; bilincim üzerindeki  hakimiyetimi yitirip, ötekinin bakışında nesneleşirim. Artık kendi varoluşum üzerinde kontrol  sahibi değilimdir, tıpkı Fran’in ölüm hayalini sekteye uğratıp içeri bir kapı açan Robert  gibi… Bu nesneleşmekten kurtulmak için ancak nesneleştirerek (ki Sartre bu durumu sadizm  olarak ifade eder.) kontrolü tekrardan ele alabilirim. Ötekinin özgürlüğünü reddedip kendi  algımın bir parçası haline getiririm. Bu etik bir sorunu da doğurur. Başkalarını  nesneleştirmek, kendi varoluş sorumluluğuma aykırıdır, kaldı ki sadistik bir tavırla ötekini  nesneleştirmek sonuçsuz kalmaya mahkumdur çünkü ne olursa olsun öteki bir bilinçtir ve  dolayısıyla öznedir, nesneleşemez. Buna karşın kendimi ötekinin bakışında bir nesne olmaya  izin verme eğilimim de mazoşistiktir. Kendi varoluş sorumluluğumdan kaçıştır. Bu kaçış  sayesinde kendimi sorumluluklarımdan kurtarırım. Bu hareketlilik, yalnızlık duygusunun  yoğunlaşmasıyla birlikte içsel bir dönüşümün başlangıcına doğru karakterimizi iter. Fran  duyguları içerisinde gidip gelir. Kendisine dair bir zevki, isteği ve heyecanı bulunmayan  karakterimiz, Robert’ın dünyasında var olmaya, kendine bir yer bulmaya çalışır. Yabancının  gelişiyle düzeni bozulmuş ancak kendini tanıma yolculuğuna da başlamış olan Fran’in anlamlandırma sürecinde, hem dış dünyayla olan ilişkisi hem de kendisiyle olan iletişimi  değişmektedir. Lambert bu karmaşıklığı dünya gerçekliğinde vermek yerine iç içe geçmiş  imgeler aracılığıyla yansıtır. Bu kaos ortamı, Fran’in dışa olan kapalılığında bir çatlak  oluşması için yeterlidir. Anlatının dönüm noktalarından biri olan ölüm ile alakalı hissini dile  getirdiği sahnede, Fran, bir çocuğun gerçek dünyayı oyunlarla deneyimlemesi gibi,  oynadıkları oyunun içerisinde rolüne yansıtarak, ölüm anının iyi hissettirdiğini dışa vurur. Bu  ifade karakterin kendisine ait olan ilk hissini oyun aracalığıyla ortaya koyduğunu vurgular.  Yaşanan belli belirsiz açılım, daha sonrasında Fran’in Robert’a karşı ilk gerçek tepkisinin de  ortaya çıkmasına vesile olur. Aralarında geçen sürtüşme tekrar bir içe kapanışa sebep olur ve  dönüşüm başlar. Görsel anlatıda hep karanlık ve kasvetli görünen kasaba, Fran’e eşlik  edercesine güneşli bir güne kalkar. Fran çevresine karşı duyarlı bir hareket arzusuyla gittiği  pastanede emeklilik hayalleriyle ofisten ayrılmış olan eski iş arkadaşına rastlar ve neden  yıllardır arzuladığı gezide olmadığını sorar. Carol, tüm hayatları boyunca kurdukları planı,  eşinin ölümcül hastalığı sebebiyle gerçekleştiremeyeceklerini ve bu süreçte yapılan tüm  planların yaşanan anı ne derece yuttuğunu dile getirir. Karakterimiz bu sohbet sonunda  arzuladığı ölümün yan etkileriyle baş başa kalmış bir biçimde ofise döner. Filmin finaline  yaklaşırken, Robert’la yaptığı konuşma sonucunda kendine dair içten bir paylaşım da bulunarak yeni bir Fran’in oluşmaya başladığını, etrafı saran bitkiler imajıyla gözlemleriz. Bu  dönüşüm sonunda kişisel kabul tamamlanmış dolayısıyla “Öteki” de kabullenilmiştir. 

Lambert bu anlatısında seyircisini sadece hikayeyi izleyen bireyler olarak değil, aynı  zamanda karakterin duygu dünyasını deneyimleyen varlıklar olarak konumlandırıp, yalnızlık  teması üzerinden bir deneyim yaşatmıştır. Film boyunca Fran’in yabancılığı ve “öteki” ile kurduğu ilişki, seyirciye kendi varoluşunu sorgulatan bir aynaya dönüşmüş, Fran’in  karakterini oyun aracılığıyla keşfedişine benzer bir biçimde, seyircinin de, film aracılığıyla sorgulaması muhtemel hale getirilmiştir. Öte yandan Robert’ın fütursuz ve samimi karakteri,  Fran’e tezat bir biçimde, kişinin içindeki mutlu olmayı keşfeden tarafa benzer niteliktedir. Dolayısıyla bu ayrıksı iki farklı kişinin etkileşimi ilginç bir çatışma meydana getirmiş, çift  taraflı bir sorgulama sunmuştur. Yalnızlıkla yüzleşme, “öteki” ile bağ kurma ve nihayetinde  kendini kabullenişle sonuçlanan süreç, absürtlüğün içerisindeki gerçeklikleri gözler önüne  sererek, oldukça realist ve görsel olarak poetik bir anlatıyla ifade edilmiştir.  

İlgisini çekenlere iyi seyirler diler, çekmeyenlere de çokça sevgiler dileriz.

Berk Ersöz & Duygu Ekşi.

Kaydol
Her zaman güncel kalmak için e-posta listesine katılın.